Yusuf Küpeli, Kuba devrimi 50. yılını doldururken Kuba tarihinden notlar
|
9- ABD-İspanya savaşı, Kubanın ABD tarafından istila edilmesi, Amerikan askeri diktatörlüğü ve sözde cumhuriyet
ABD vatandaşlarının yaşamını yitirmiş olduğu sözkonusu 15 Şubat 1898 tarihli savaş gemisi patlamasının ardından, ABDnin savaşa girmesinden çekinen İspanya, Kubanın kendi yerli yönetimini tanıyacaktı. Fakat tam o günlerde Amerikan Kongresi, Kubanın bağımsızlığa hakkı olduğu ve İspanyol ordusunun Kubadan hemen çekilmesini isteyen bir kararı kabuledecekti. İspanyaya karşı birçeşit savaş ilanı olan bu karar ABD Kongresinden geçince, İspanya hükümeti de 24 Nisan 1898 günü ABDye savaş ilanedecekti...
Yukarıda özetlenen gelişmenin ardından, ABD güçleri, Haziran 1898de Kubaya çıkartma yapmaya başlayacaklardı. Yani onlar, ABD güçleri, savaşın sadece son iki ayı içinde olaya müdahil olup parsayı toplayacaklardı... Bahane yaptıkları 266 Amerikalı denizcinin yaşamı karşılığında sadece Kubaya değil, aynızamanda Puerto Ricoya, Guama, ve Filipinlere de sahibolacaklardı...
Kubaya çıkan ABD Ordusu zorunlu olarak ihtilalci güçlerle birlikte davranmaktaydı ama, aslında, yeni palazlanmakta olan Amerikan mali-sermayesi, İspanyanın Karaip Denizindeki, Latin Amerikadaki kolonilerine gözdikmişti. Kısacası ABD yönetimi açısından amaç, zaten tamamlanmak üzere olan devrime yardım değil, bir an önce Kubaya elkoymaktı... Daha yaklaşık bir yüzyıl önceden, Büyük Britanyaya karşı bağımsızlık mücadelesi (Amerikan İhtilali, 1775- 83) yaşanıp sonbulurken, ve ABD bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkarken, ABD yönetimi, Kubaya gözlerini dikmişti. ABDnin 3ncü başkanı ve ünlü Bağımsızlık Bildirgesinin yazarı olan Thomas Jefferson, Kuba, elde edebileceğimiz en mükemmel mücevher!, demişti. ABDnin 6ncı başkanı olan John Quincy Adams (başkanlığı, 1825- 29), henüz Dışişleri Bakanı olduğu günlerde, 1805 yılında, Kuba için, Meyva şimdi olgunlaştı!, demişti...
Fakat sonuçta ABD yönetimi, iç ve dış politik nedenleri hesaba katarak, ve ayrıca köleliği hukuki olarak kaldıracak olan kendi iç savaşının (1861- 65) sonucunu beklemek zorunda kalarak, Kubaya müdahale için yüzyılın sonuna dek harekete geçmeyecekti... Karaip Denizi ile Meksika Körfezinin arasında olan Kuba, kendi zenginliklerinin, verimli bakir topraklarının ötesinde, ABD açısından çok büyük bir stratejik öneme sahipti. Kuba, Karaip Denizinin bütününü denetleyebilmek için merkezi bir konumdaydı... Kubanın bağımsızlık mücadelesi zafere ulaşırken İspanya ile savaşa giren ABD, Kuba Kurtuluş Ordusunun zaferini kapıp kaçıracaktı. Bu oldu-bitti, Kubanın hemen hemen bedelsiz ABD kartalına yem olması anlamına gelmekteydi. Kuba halkının o güne dek ödediği bedel ise çok büyüktü ve yine bundan sonraki 61 yıl (1898- 1959) boyunca da Kuba halkı sürekli ağır bedeller ödeyecekti. Kubada hiçbirzaman gerçek anlamı ile burjuva demokratik bir rejim yaşanmayacaktı...
Martínin olmasından çekindiği ABD müdahalesi gerçek olacaktı. Martí, Ben, devasa canavarın içinde yaşadım, ve onun bağırsaklarını tanıdım., demişti. ABD sermayesinin neleri yiyip yuttuğunu, tüm pisliklerini biliyorum, demek istemişti anlaşılan... Tamamen haklı ve zafere uzanan bir başkaldırı hedefinden uzaklaştırılarak, kazanılan zafer çalınarak, ABDnin emperyalist bir güç olarak bölgeye girmesi sağlanacaktı...
Kubaya çıkan ABD güçleri kolay başarı sağlayacaklar, daha doğrusu Kurtuluş ordusu tarafından elde edilmiş olan zaferin üzerine oturacaklardı. İspanyol ordusu, Santiago de Cuba kentinde Birleşik Devletler ordusuna teslim olacaktı. Birleşik Devletler ordusu zengin Oriente bölgesinin bu en büyük kentine, Santiago de Cubaya girerken, zaferin asıl sahibi Kuba Kurtuluş Ordusu kente sokulmayacak, dışarıda bekletilecekti. Kuba Kurtuluş Ordusunu Santiago de Cubaya sokmayan Amerikalı komutan, Kısa süre sonra ABDnin 26ncı Başkanı olacak olan Theodore Rooseveltten (başkanlığı, 1901- 09) başkası değildi. Ve ileride, başlarında bir atın üzerinde Theodore Roosevelt ile birlikte Amerikan işgal güçlerinin Santiago de Cubaya girişlerinin yıldönümleri, kukla Kuba hükümetlerinin Washington büyükelçiliğinde kokteyl partilerle kutlanacaktı...
İspanyanın Kubayı terketmesini öngören bir barış anlaşması, Ağustos 1898de imzalanacaktı... Kubanın bağımsızlık güçleri uzun zamandan beri, üç dönemdir savaşmakta idiler ve İspanya adayı terketmeye, yetkileri yerel yönetime bırakmaya hazırlanıyordu zaten. Bu zafer ABD için, armut piş, ağzıma düş deyişini çağrıştırır biçimde olmuştu. Şüphesiz onlar, Kubanın doğal kaynaklarını sömürebilmek için bu kolay başarılarını sonuna dek kullanacaklardı. ABD mali-sermayesinin gözü, uzun zamandır Kuba ve diğer Karaip adaları üzerindeydi... Kısacası, Kuba bağımsızlık güçlerinin ve halkının umutlarının tam tersine, Kubada bir Amerikan askeri diktatörlüğü şekillenecekti...
İspanyanın yenilgisinin bir sonucu olarak, 10 Aralık 1898 günü imzalanan Paris Anlaşması ile İspanya, Kuba üzerindeki tüm haklarından vazgeçtiği gibi, Guam ve Puerto Rico adalarını da ABDye devretmeyi kabuledecekti. Aynı anlaşma, ABD güçlerinin Kubayı işgallerini legalleştirmiş olmaktaydı. Yine İspanya, sözkonusu anlaşma ile, 20 milyon dolar karşılığında, Filipinler üzerindeki egemenliğini de ABDye devretmekteydi... Filipinlerde, Manila körfezinde, 1 Mayıs 1898 günü İspanyol donanmasının yokedilmesi ile sonuçlanmış olan savaş, Paris Anlaşması ile İspanyanın Filipin Adalarını da ABDye yitirmesi sonucunu doğurmuştu. ABD artık denizaşırı sömürgeler elde etmeye başlamıştı...
Kubaya, General John A. Brooke komutasında 45 bin ABD askeri çıkıp yerleşmişti. Bunların arasında, ABDnin 26ncı başkanı olacak olan Theodore Rooseveltte (başkanlığı, 1901- 09) bulunmaktaydı. Yukarıda da ifade edilmiş olduğu gibi, Theodore Roosevelt, Santiago de Cubaya giren ABD güçlerinin başındaki komutandı...
Amerikalı askerlerin birçoğu, -o kovboy filimlerinde yansıyan karakterler gibi- düşük moralli, serseri mizaçlı, halka saygısız saldırgan ve ırkçı düşüncelere sahip tiplerdi. Irkçı düşünce yapısına sahip Amerikalılar, Kuba halkının yaklaşık yarısının Afrika kökenli siyahlardan oluştuğunu görünce, küstahlıklarını, aşağılamalarını, saldırganlıklarını daha da arttıracaklardı. Irkçı düşünceleri ile Amerikalılar, böyle bir toplumun kendi kendisini yönetebileceğine inanmıyorlardı. Bu hastalıklı düşünceleri, Kubayı sömürgeleştirme hesaplarını meşrulaştırıp kendi gözlerinde kendilerini haklı çıkarmalarına yardımcı oluyordu...
Kuba halkı, İspanyadan kurtulmaya çalışırken, ABD emperyalizminin eline düşmüştü. Türkçe ifadesiyle Kuba halkı, yağmurdan kaçarken doluya yakalanmıştı. İspanyol koloniyalizmine başkaldırmış, bundan kurtulmak için ağır bir emek sarfetmiş, ve en değerli evlatlarının canını vermiş olan Kuba halkı, bu kez de İspanyadan çok daha güçlü ve acımasız emperyalist bir merkezin, ABDnin kolonisi haline gelmişti. Aynı halk, 1958 yılı sonuna, 1959 yılbaşına dek bu yeni baskı ve sömürü ortamında yaşamını sürdürmek zorunda kalacaktı...
İhtilalcilerin umutlarının tersine, ABDnin İspanya karşısında kazanmış olduğu savaş, Kubaya bağımsızlık getirmeyecekti. José Martí ve Antonio Maceo savaş sırasında yaşamlarını yitirmişlerdi. Amerikan ordusu, otuz yıllık savaşın yıkıntıları üzerine dişlerini geçirmişti. Fakat yine de 1895 devrimcileri, geleceğin başkaldırıları, 1900lü yılların ihtilalcileri için moral değerler üretmişlerdi... Sözkonusu savaş sırasında ABDnin 25nci başkanı olarak yönetimde olan William McKinley (başkanlığı, 1897- 1901) ve hükümeti, Kubayı 20 yıl için ABDnin yönetimi, vesayeti altına alacaktı...
Amerikalı işgalciler, köylülerden, çalışanlardan oluşan Kubanın kurtuluş ordusuna usulune uygun silah bıraktırıp, asker ünüforması giymiş bu yoksul köylüleri topraklarına yollamakla işe başlıyacaklardı. Anlaşılan, sürekli asker beslemenin Kubaya doğurduğu ekonomik yük, ve insanların bir an önce işlerinin başına dönme istemleri, bu operasyonlarını kolaylaştırmıştı.
Yaşanmakta olan silahsızlandırma süreci içinde, Kubalı General Maximó Gómez, ABDnin İspanya karşısındaki zaferi için de çarpışmış olduklarını, ve bu savaşın kendileri için ekonomik maliyetinin 60 milyon doları bulduğunu söyleyecek, ve sözkonusu paranın Kubaya ödenmesini talep edecekti. Bu talebi geri çeviren ABD, Kuba ordusunun masrafları için sadece 3 milyon dolar ödemekle yetinecekti... Sözkonusu Kubalı general, yeni Kuba hükümeti tarafından işinden atılacaktı, ve sonuçta askerler zorla silah bırakmaya razı edileceklerdi...
ABDli işgalciler, zaten varolan Kuba kabinesini yanlarına katıp, her bölgeye bir vali tayinedeceklerdi ama, bunların başlarına da birer Amerikalı general oturtacaklardı. Belediye yönetimlerini isteklerine uygun biçimde yeniden oluşturacak, ve denetimlerinde bir bürokrasi, polis gücü, ve kırsal muhafızlar (köy korucuları) şekillendireceklerdi... Pazarı rahatça denetliyebilmek, mal akışını sağlayabilmek için, gerekli demiryollarını yenilemeye başlayacaklardı... Amerikalılar ülkeye kültürel olarak ta gireceklerdi. Onlar, 1.500 Kubalı öğretmeni Harvardda eğitecekler ve bunların ders vereceği 3 bin kadar halk okulu açacaklardı...
Amerikalılar, Nisan 1900de yeni bir seçim yasası yapılmasını sağlayacaklardı. Bu yasaya göre seçmenler, olgun yaşa gelmiş, askerliğini yapmış, en az 250 dolar değerinde varlığa sahip Kuba vatandaşı ve okur-yazar erkeklerden oluşmaktaydı. Hemen anlaşılmış olacağı gibi, sadece kadınlar seçme ve seçilme hakkından mahrum bırakılmıyorlar, aynızamanda en az 250 dolarlık varlık sınırı ve okuma-yazma zorunluluğu ile Kubanın çoğunluğunu oluşturan mülksüz vatandaşlar, ve özellikle kölelik sürecinden yasal olarak yeni kurtulmuş Afrika kökenli siyahlar seçim sürecinin dışında bırakılıyorlardı. Burada, basbayağı açık bir ırkçılık ve emek düşmanlığı vardı...
Anlaşılmış olacağı gibi bu seçim yasası ve diğer uygulamalar, 1895 yılında Kuba devrimini başlatmış olan José Martínin ve Kuba İhtilalci Partisinin ideallerinden kesin bir kopmayı, uzaklaşmayı ifade etmekteydi. José Martí ve diğer yurtseverler, siyah ve beyazların eşit haklarla oluşturdukları bir ulusu, özgürlükçü bir toplumsal yapıyı savunmaktaydılar. Onlar, ülkenin çok kültürlülüğünü kabuletmekteydiler ama, Amerikalılar, satınalmış oldukları üst sınıflardan yöneticilerin, Kuba elitinin, ve ihtilalin başındaki birtakım generallerin işbirlikçilikleri ile bu idealleri ters-yüz etmekte, sömürülerine uygun bir Kuba toplumu şekillendirmekte idiler. José Martí ve gerçek yoldaşlarının idealleri, ancak 1959 yılından sonra, Kastro ve yoldaşlarının devrimleri ile yaşam bulmaya başlayabilecekti...
Sonunda, Kubanun 30 yıl sürmüş olan bağımsızlık mücadeleri unutturuldu, bir ciddiyetsizlik şalı ile örtülüp gizlendi, ve savaşın adı kısaca İspanya-Amerika Savaşı olarak adlandırıldı. Sanki Bağımsızlık Ordusu hiç çarpışmamıştı, ve Amerikalı General Leonard Wood Kubanın askeri valisi tayinedildi. Bu kişi bir askeri hekimdi, ve ileride (1921- 27) Filipi Adalarına da genel vali olarak tayinedilecekti. O, Theodore Rooseveltin yakın arkadaşı idi... Bir askeri diktatör olarak Kubayı 1900- 1902 yıllarında yönetecek olan Leonard Wooda verilen görev, ya da Onun kendisine biçmiş olduğu rol, yerli halkı, Kubalıları, iyi huylu birer Amerikalı Anglo-Sakson haline getirmekti. Yani kendince O, bu ilkel vahşilerin ruhlarını öldürecek, onları sözdinler birer köle, gözleri bantlı birer dolap beygiri haline getirecekti...
Amerikan askeri gücünün gölgesi altında yapılmakta olan Kuba anayasası, 1901 yılında tamamlanacaktı. Bu anayasaya, Kubanın bağımsızlığını zedeleyen, hatta yokeden maddeler sokulmuştu. Sözkonusu anayasaya sonradan eklenen bir maddeye göre, Kuba hükümeti, ABDnin müdahalesini kışkırtacak işler yapmamak zorunda idi. Aksi takdirde ABDnin Kubaya askeri müdahale hakkı vardı... Yeni anayasanın kabuledilmiş olduğu 1901 yılında, McKinleyin başkanlık dönemi sonbulacak, ve ABD başkanlığına -bir atın üzerinde askerleri ile birlikte Santiago de Cubaya girmiş olan- Theodore Roosevelt seçilecekti.
Anayasası ile birlikte sözde bağımsız Kuba Cumhuriyeti kurulmuştu ama, bizzat Kubalıların ifadeleri ile bunun sadece adı Cumhuriyet idi. Düzmece, veya Sahte Cumhuriyet anlamında Kubalılar bunu, Peseudo Republic olarak adlandıracaklardı. Fakat yine de Kuba halkının bağımsızlık düşleri, 12 Haziran 1901 günü yeni Anayasaya Platt Eklemesi veya Platt Düzeltmesi yapılıncaya dek sürecekti...
İleride, 1962 yılında kaleme alınacak olan İkinci Havana Bildirisinde sözkonusu süreçle ilgili olarak şunlar yazılmaktaydı: (...) Yankee birlikleri egemenlik alanımızı işgalettiler. Platt Düzeltmesi olarak ilk anayasamıza tiksinti verici yabancı müdahalesi hakkını bir madde zorla olarak yerleştirdiler. Zenginliklerimiz onların ellerine geçti. Tarihimizi ve yönetimimizi değiştirip sahteleştirdiler. Zorla şekillendirdikleri politikamızın içine kendi yararlarını soktular. Kuba ulusu, 60 yıllık bir süreç boyunca politik, ekonomik, ve kültürel olarak bu zehirli gazın içinde boğuldu.
Platt Eklemesi veya Platt Düzeltmesi, adını, Amerikalı Cumhuriyetçi Senatör Orville H. Platttan (1827- 1905) almaktaydı. Kubanın hem iç ve hem de dış işlerine ABD müdahelesi hakkı tanıyan bu düzeltme, aynızamanda, ABD hükümetine Kubanın ekonomik ve askeri açıdan elverişli gördüğü bölgeleri üzerinde yasal tasarruf hakkı tanımaktaydı. Senatör Platt tarafından kaleme alındıktan sonra ABD Kongresinde 20ye karşı 43 oyla onaylanan, ve ardından Kuba Anayasasına yerleştirilen Platt Düzeltmesi sayesinde ABDnin Guantánamo Körfezi Askeri Deniz Üssü üzerindeki tasarruf hakkı yasal hale gelecekti...
Kubanın güneydoğu kıyısında, Oriente bölgesinde, Santiago de Cuba kentinin 50 mil kadar doğusundaki Guantánamo Körfezi, ABD donanması tarafından 1898 yılında, İspanya ile olan savaş sırasında işgaledilecek, ve aynı yıl Amerikalılar buraya bir deniz üssü kuracaklardı. Askeri açıdan sonderece elverişli coğrafi bir konumda olan bu üs ile ABDnin amacı, Karaip Denizini, Orta Amerika kıyılarını, Panama kanalı bölgesini denetim altında tutmaktı... Kubanın ilk Cumhurbaşkanı olan Tomás Estrada Palma, 23 Şubat 1903 günü burasını Amerikalılara verecekti. Tamamen ABDnin kontrolunda olan, Amerikan toprağı gibi kullanılan bu bölge için ABD, 1934 yılında yapılan anlaşmanın ardından kira ödemeye başlayacaktı...
Kurulan Kuba Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı, bağımsızlık mücadelesinin önderlerinden, ihtilalci ordunun generallerinden Tomás Estrada Palma (1835- 1908) olacaktı. Palma, milliyetçi olmadığı gibi, ABDnin Kubadaki varlığına da karşı çıkmamıştı. Ve bu kişi, aynızamanda ABD vatandaşı idi... Sonuçta olan, emekçi halka olmaktaydı. Kazanılan, yukarıda da belirtilmiş olduğu gibi, gerçek anlamda bir bağımsızlık değildi. Palma, yeni düzen ile gerekli uyumu sağlamıştı, ve zaten o nedenle ABD işgali altındaki Sahte Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı olabilmişti....
Kuba Anayasasına yapılan Platt Eklemesinin yedinci maddesinde şunlar yazılıydı: (...) Kuba Hükümeti, ülkenin kömür çıkartmaya ve deniz üssü kurmaya elverişli belirgin özel yerlerini Birleşik Devletlere satacak veya uzun süreliğine kiralayacaktır. İşte bu koşul sayesinde ABD hükümeti Kubanın güneydoğu kıyısındaki Guantánamo Körfezine kurulu Guantánamo Deniz Üssü üzerinde yasal kullanım hakkına sahibolacaktı.
Birdahaki yıl (1902), Theodore Rooseveltin ABD Başkanlığı sırasında, ABD işgali altındaki Kuba ile ABD arasında yapılan ikili anlaşmalarla, tarafların birbirlerine en düşük tarifelerle ihracat yapmaları karara bağlanacaktı. Diğer milletlerle yapılan ticarete göre çok daha düşük tarifeler içeren bu ihracat ve ithalatlar, biryandan Kuba pazarının ucuz ABD endüstri mamulleri ile dolmasına neden olurken, diğer taraftan da Kubanın şekerinin ve diğer önemli tarım ürünlerinin sonderece ucuza ABDye gitmesine neden olacaktı. Anlaşmanın daha da ilginç olan yanı, Kubanın şeker ve Kahve gibi ürünleri ABDye girerken yüzde 20 daha düşük vergiler ödenirken, Kubaya giren ABD malları için yüzde 40 düşük gümrük vergisi ödenmesiydi. Kısacası, Amerikalılar yarı yarıya daha az gümrük vergisi ödüyorlardı, ve bu eşit olmayan ticari ilişkide kaybeden Kuba tarafı idi...
Sonuçta, 15 yıllık bir sürecin ardından Kubanın yapmış olduğu tüm ithaların yüzde 74ü ABDden gelmeye başlayacaktı. Kuba, İspanyadan çok daha fazla ekonomik olarak ABDye bağımlı hale sürüklenecekti... ABD artık Kubada sistemini kurmuş, Adayı ekonomik olarak gerçek anlamıyla bağımlı hale getirmiş, politikasını ve idari sistemini denetim altına almış, ve gerekirse gerçekleştireceği askeri dış müdahaleler için ülke Anayasasına ek madde yerleştirmiş, tüm hukuki zemini yaratmıştı. Artık, Kubayı işgaletmiş olan William McKinley yönetiminin kararlaştırmış olduğu 20 yıl için ABDnin yönetimi, Adanın 20 yıl ABD vesayeti altında kalması kararına gerek kalmamıştı...
Roosevelt yönetimi, daha önce sözedilmiş olan ABDnin 20 yıllık vasiliği süreci dolmadan, yani ABDnin bir askeri vali eliyle Kubayı yönetme hakkı bitmeden, 20 Mayıs 1902 günü Kubanın bağımsızlığını tanıyacaktı. Ve bu erken çekiliş, Rooseveltin Kuba halkına bir lutfu gibi sunulacaktı. Çekilme nedeni olarak, Theodore Rooseveltin asker olarak Kubada bulunmuş olması, Kubaya sempatisi gibi sahte gerekçeler gösterilecekti. Gerçekte ise, Kuba artık ABD mali-sermayesinin ve politik gücünün denetimi altında sokulmuştu. Bunun için gerekli hukuki altyapı ve politik- idari örgütlenme sağlanmıştı. Toplumsal yapı her yönüyle baştan sona yeniden düzenlenmişti. Bundan sonra Kubada askeri güçle kalmayı sürdürmek, hem masraflı ve hem de kışkırtıcı olabilirdi...
Sözkonusu biçimsel bağımsızlık, Kubayı, ABD dışpolitikasının piyonu, ve artık yeterince palazlanmış olan ABD mali-sermayesinin av sahası olmaktan kurtaramamaktaydı. Daha önce ifade edilmiş olduğu gibi, yeni Kuba anayasasına göre ABD, Kubanın hem iç ve hem de dış işlerine karışma hakkına sahipti. Ve yine ABD, Kubanın mali sorunlarında ve dış ilişkilerinde başat yönlendirici güç olarak kabuledilmekteydi. Tüm bunların yanında Kuba, aynı anlaşma ile Guantánamo Körfezinde bir ABD askeri deniz üssünün varlığına izin vermekteydi... Tomás Estrada Palma yönetimi, ABDye bağımlılığı, ve Kuba ekonomisinin tek ürüne bağlılığını güçlendirecekti...
Kubanın sahte bir Cumhuriyet olmasının, ve Tomás Estrada Palmanın ilk cumhurbaşkanı seçilmesinin üzerinden geçen 15 yıl içinde ABD askerleri üç kez Kubaya girecekler, Kubanın iç işlerine yönelik üç askeri müdahale gerçekleştireceklerdi.
Sözkonusu 1898 ABD- İspanya savaşı, uzlaşmaz nitelikteki ABD- İspanya çatışması için bir dönüm noktası olduğu kadar, Orta ve Latin Amerika halklarının, ve şüphesiz Kuba halkının da tarihinde bir dönüm noktası olacaktı. Pasifikte, Filipin adalarında üstünlük, denizaşırı bir güç olma yolundaki ABD emperyalizminin eline geçerken, -Kubanın da içinde olduğu- Orta ve Latin Amerika ülkelerindeki İspanyol egemenliği yıkılacak, bu coğrafya da güç ibresi, ABD emperyalizminden yana dönecekti...
Zaten kısa süre önce, 1817- 25 yılları içinde ABDnin beşinci başkanı olan James Monroenun (1758- 1831) adıyla anılan Monroe Doktrini (2 Aralık 1823), ABD dışpolitikasının rotasını çizerken, Amerika Amerikalılarındır ifadesi ile özetlenebilecek maddelerle Avrupalı güçlerin Amerika Kıtasının işlerine bulaştırılmayacağının, Orta ve Güney Amerikanın da ABDye ait olduğunun altını çizmişti. Ve İspanyanın sözkonusu yenilgisinin ardından Theodore Roosevelt, 1904 yılında, Monroe Doktrinine bir ek yaparak, Latin Amerika milletlerinin kronikleşen hataları durumunda ABDnin bu devletlerin iç işlerine müdahale etme hakkının olduğunu ilanetmişti. Şüphesiz hatanın ne olduğunu ABD yönetimleri tesbit ediyorlardı. ABD mali-sermayesinin yararları ile çelişen her politika, hata katagorisi içine giriyordu...
Sonuçta, Roosevelt ile birlikte Monroe Doktrininin gerçek anlamıyla yaşama geçirilme süreci başlamıştı. Artık denizaşırı sömürgeler de elde etmeye başlamış olan ABD, Monroe Doktrinini gerçek anlamıyla yaşama geçirebilecek güce erişmişti... Rooseveltin Monroe Doktrinine yapmış olduğu sözkonusu yanlışlıklara müdahale katkısının ardından, Latin Amerika ülkelerinde, iğmesi artan bir hız ve yoğunlukla Washington merkezli askeri darbeler, toplumsal trajediler birbirlerini izleyerek günümüze dek geleceklerdi... Rooseveltin Monroe Doktrinine katkısı çerçevesinde Latin Amerikaya yönelik ilk ABD müdahalelerden biri, Kubaya olacaktı...
Kongre için 1904 yılında gerçekleşen ara seçimlerde yaşanmış olan düzen yanlısı şiddet, Liberal Partinin Kongreyi boykotu ile sonuçlanmıştı. Sözkonusu gerilimli olayların ardından 1906 yılında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, yeniden aday olan Tomás Estrada Palmanın karşısına rakip olarak, Liberal aday General José Miguel Gómez çıkacaktı. Ve seçimi ikinci dönem için yeniden Tomás Estrada Palma kazanınca, Liberal Parti bu sonuca itiraz edecekti... Seçimlerde şiddet uygulanmış ve kırsal muhafızlar (köy korucuları) ile polis, Estrada Palmanın yararına olaylara karışmıştı... Liberal Parti, seçim sonuçlarını tanımayı reddecekti...
Filipinlerin eski ABD valisi ve ABDnin gelecek Başkanı olacak olan William Howard Taft (27nci başkan; 1909- 13), olaylar sırasında Kubada Başkan Rooseveltin temsilcisi olarak görev yapmaktaydı. William Howard Taftın analizine göre, Tomás Estrada Palma ve yandaşları ülkeyi yeni bir seçime götürmeliydiler. Tomás Estrada Palma böyle bir davranışı reddedince, Amerikan yararları ile uyuşmayan bir iktidar boşluğu doğacaktı. Bunun üzerine ABD Başkanı Theodore Roosevelt, 29 Eylül 1906 günü William Howard Taftı Kuba valisi olarak tayinedecekti Ardından Adaya, Havanaya, acele 2.000 deniz piyadesi yollayacaktı. Böylece ABD askeri birlikleri, 1906 sonbaharında Kubaya ikinci kez çıkartma yapacaklardı...
Liberal Partinin adayı José Miguel Gómez önderliğineki protesto olayları, yaşanan kargaşa, ABD yönetiminin askeri güçlerini Kubaya sokmasına yaramıştı. ABDnin Kubayı ikinci kez istilasından iki hafta kadar sonra Roosevelt, Taftın yerine Panama Kanalı bölgesi valisi Charles Magoonu Kubaya yeni vali olarak tayinedecekti. Magoon, 28 Ocak 1909 günü José Miguel Gómez Kubanın ikinci cumhurbaşkanı seçilinceye dek görevinde kalacaktı. O, Magoon, özünde bir sömürge valisi olmasına karşın, görünüşte Kuba bayrağı ve anayasası altında -geçici hükümetin başkanı olarak- görev yapacaktı...
Sonuçta ABD yönetimi, liberal etiketli Gómezin kendileri için çok daha yararlı bir politikacı olduğunu anlayacaktı... Kubaya yönelik bu ikinci ABD istilası üç yıl sürecek ve Amerikan ordusu 1909dan önce Kubayı terketmeyecekti...
Aynı yıl (1909) yapılan başkanlık seçimlerini -ABD desteği ile- kazanacak olan liberal etiketli José Miguel Gómez, bir rüşvet skandalı ile yönetimi terketmek zorunda kalacağı 1913 yılına dek koltuğunda oturacaktı... Gómez yönetimi (1909- 13), Afrika kökenli siyah Kubalılara karşı bir aşağılama politikasının yanında, sosyal adaletsizlik, rüşvet, iktidarı kötüye kullanma süreclerini başlatacaktı. O, liberal etiketli Gómez, yukarıda sıralanmış olan tüm bu kötülükleri yönetim mekanizmasına kalıcı biçimde yerleştirecekti. Ardılları da aynı yoldan gideceklerdi...
Daha önce de özetlenmiş olduğu gibi bu yıllarda, José Miguel Gómez ile birlikte Kuba, ABD yatırımlarını çeken bir ülke haline gelecekti. Kuba ekonomisi tek ürüne, şeker kamışı üretimine tam anlamıyla bağlanacaktı. Şeker üretimi artarken, turizm sektörü, ve kumarhaneler gelişecekti. Kuba giderek bir mafya cennetine dönüşecekti...
José Miguel Gómez yönetiminin aşağılama politikasına karşılık olarak Afrika kökenli Kubalı halk, 1912 yılında ayaklanacaktı. Siyah derili Kubalıların ayrımcılığa ve aşağılamaya karşı başlattıkları protestolar, Evaristo Estenoz ve Pedro Ivonet tarafından yönetilmekteydi. Bu kalkışmanın bastırılmasına yardım amacıyla ABD askeri güçleri, 1912 yılında Kubaya yeniden gireceklerdi... José Miguel Gómez yönetimini, bu yönetimin fotokopileri gibi olan Mario García Menocal (1913- 21), ve Alfredo Zayas (1921- 25) yönetimleri izleyecekti...
ABDnin yukarıda özetlenmiş olan sözkonusu üç askeri müdahalesine karşın, bu emperyalist merkezin Kuba üzerindeki asıl baskı ve denetim aygıtı, ABD ordusundan ziyade ABD doları olacaktı. Terence Cannonun aktardığına göre, Amerikalı tarihçi Lester D. Langley, bu gerçeğe şu sözleriyle parmak basacaktı: Ekonomik olarak Kuba, 20nci yüzyıl boyunca, 400 yıllık İspanyol yönetimine karşın daha fazla koloni haline geldi. |
1- Keşfedilmiş kıtayı Avrupanın keşfi, ve yeni toplumsal trajedilerin başlayışı
1 a- Amerika Kıtasına ilk yerleşimler üzerine kısa notlar
1 b- Amerika Kıtasına ilk ayakbasan Avruparılar, Eirik Raude (Kızıl Erik) ve oğlu Leif Eriksson üzerine çok kısa notlar
1 c- Piri Reis haritası ve Kolomptan 71 yıl önce Amerika Kıtasının her iki yanını ve Avustralyayı keşfetmiş olan Çinli amiral Zheng He üzerine çok kısa notlar
1 d- Binbirgece Masallarının kahramanı Sinbad, ve Amerika Kıtasının en eski kaşiflerinin Ortadoğu halklarından birileri olabileceği üzerine bir spekülasyon
1 e- Doğunun zenginliklerine ulaşmalarını sağlayacak yeni yollar arayan Batının Amerika Kıtasını keşfi; Kristof Kolomp ve Amerigo Vespucci üzerine çok kısa notlar
2- Amerika Kıtasının yerli halkının trajedisi üzerine çok kısa notlar
3- Kubada beyaz adamı dostça karşılayan yerli halkının trajedisi üzerine kısa notlar
4- Afrikadan gelen köleler, ilk isyanlar, ve Kuba halkının uluslaşma süreci
6- Çinin sömürgeleştirilmesi, Kubanın Çinlileri, ve üç Kubalı-Çinli general
7- Kubanın bağımsızlık savaşının ilk on yılı, 1868- 78
8- Dağılanın yeniden toparlanması, José Martínin birleştirici rolü, ve cumhuriyete doğru ihtilalin ikinci aşaması 9- ABD-İspanya savaşı, Kubanın ABD tarafından istila edilmesi, Amerikan askeri diktatörlüğü ve sözde cumhuriyet
Not: kahramanlık ve sahte kahramanlık üzerine birkaç söz
12- Devrimci Batistadan Batista diktatörlüğü yıllarına ve ilerici 1940 Anayasası üzerine notlar
17- Devrime giden yolda Fidel Kastro, Moncada Kışlası baskını, hapislik ve Meksikaya gidiş
19- Kastro önderliğinde Kuba halkının devrimi, devrimci savaş sürecinde yaşananlar ve Batistanın kaçışı
19 a- Gramma yolculuğu, karaya çıkış, neden Oriente bölgesi, ve Frank Paisin ölümü
19 b- Sierra Maestradan yayılan devrimci yürüyüş, Amerikan basınının yoğun ilgisi, silahlı mücadelenin dönüm noktası, El Cubano Libre, Radio Rebelde, ve 45 örgütün destek bildirisi
19 c- Köylü meclisi, Jigüe Savaşı, devrime katılan askeri birlikler, zafere yaklaşırken Washingtonun devrimi engelleme entrikası, William Douglas Pawley, ve Batistanın kaçışı
not: William Douglas Pawleyin gerçek kimliği
24- Saldırıya geçen Washington; Operation Pluto; Radio Swan; CIA imalatı karşı-devrimci örgütlenmeler; Kubadan atılan ABD elçilik görevlileri; Kubanın dostlarının gücü; Kubada patlayan bombaları; ABD-Kuba diplomatik ilişkilerinin sonlanışı; Domuzlar Körfezi çıkartması ve emperyalizmin Amerika kıtasında ilk yenilgisi; devrimin sosyalist, kendisini ise Marksist-Leninist olduğunu açıklayan Kastro
25- Nasıl komünist olduğunu anlatan Kastro; Mongoose Operasyonu; Kubayı Latin Amerikada izole etme çabaları; birleşen ihtilalci örgütler ve Kuba Komünist Partisinin yeniden organize edilmesi; U-2 ispiyon uçakları; dünyayı nükleer savaşın eşiğine taşıyan 1962 Füze krizi; pazarlık masasında Türkiye Cumhuriyeti
|