Not: Aşağıdaki yazı 2002 sonbaharı ve kışında ve 2003’ün ilk haftasında türkçe inter-zemin adlı web sayfasında asılı kalmıştır. Yazının biraz genişletilmiş bu biçiminin okunması da -sanırım- yararlı olur. Y. Küpeli
”Bush doktrini”,
silahlanma, saldırganlık, yıkım Yusuf Küpeli
George W. Bush yönetiminin aslında tüm dünyaya,
görünüşte ise Afganistan’a ve bazı Ortadoğu ülkelerine, Irak’a yönelik
savaş ilanının ardından, Göbels’in olanaklarını kat kat aşan güçte
bir propoganda aygıtı Müslüman- Arap korkusu ve düşmanlığı yaymaya başlanmıştır.
FBI tüm müslümanları ve özellikle Arap asıllı müslüman USA vatandaşlarını
şüpheli kişiler olarak fişlemiştir. Aynı baskı artarak sürmektedir. Müslüman
halklara karşı estirilen korku rüzgarları ile USA halkı ve önemli ölçüde
Avrupa halkları Pentagon (Beşgen, USA Savunma Bakanlığı) politikasının güdümüne
sokulurken, ülkedeki askeri harcamalar son yirmi yılda görülmemiş bir
oranda arttırılmıştır. Zaten tüm
NATO ülkelerinin toplam askeri harcamalarını kat kat aşan 334 milyar Dolar büyüklüğündeki
2003 yılı USA askeri bütçesine hemen bir 48 milyar Dolar daha ekleme yapılmıştır.
(Bu anlatım bitikten çok sonra, 2002’nin ekim ayı ortasındaki basın
haberlerine göre, USA’nın 2003 yılı askeri bütçesi 355 milyar 100 milyon
dolar olarak kabuledilip onaylanmıştır.) Pratikteki yararsızlığı
nedeniyle Clinton yönetimi tarafından 1993 yılında rafa kaldırılan
“Stratejik Savunma İnsiyatifi” adlı füze savunma projesi, Bush tarafından
iç ve dış muhalefetin itirazları dikkate alınmadan yeniden yürürlüğe
konmuştur.
SDI, “Stratejik Defence Initiative” veya popüler
adıyla “yıldız savaşları” projesi, askeri- endüstri kompleslerin adamı
Ronald Reagan tarafından, -bütçeden ilk kalemde 69 milyar Dolar harcanarak-
1983 yılında gündeme getirilmişti. Aynı projeye 2000 yılına dek 120
milyar Doları aşkın para yatırılmıştı. Clinton, Yugoslavya saldırısı
ile birlikte, 1999 yılında, 10 milyar Dolar ayırarak Ulusal Füze Savunması
(NMD, “National Missile Defence”) adıyla yeniden sözkonusu projeyi canlandırmak
zorunda kalmıştı. George W. Bush ise, aynı işe anılan son adıyla tam gaz
vermiştir. Bu nedenle zaten 1983’den beri ilk kez USA’nın savunma bütçesinde
en büyük ani artış olmuştur. Bush, askerlerin maaşlarını arttıracağını
da ilanetmiştir. Toplumdaki sosyal harcamalardan kesilen kaynaklar Pentagon’a
aktarılırken, ülke, 6 aralık 1941 Pearl Harbor baskını sonrasına benzer
bir askeri seferberlik havasına sokulmuştur. Zaten 11 eylül olayı,
Japonya’nın Pearl Harbor baskınıyla eş gösterilmeye çalışmaktadır. Böyle
bir propoganda taktiği, saldırının “dış kaynaklı” olduğu yalanını
güçlendirmeye yöneliktir. Sonuçta, Pentagon’daki şahinlere has savaş
doktrini, -alkol sorunları olan konuşma özürlü- George W. Bush’a
maledilmiş ve “Bush doktrini” adıyla piyasaya sürülmüştür.
“Bush doktrini”
olarak piyasaya sürülen yeni Pentagon askeri politikası, iki kelimeyle askeri
yıkım (military devastation) anlamına gelmektedir. Sözkonusu
doktrini üretenlere göre, “USA ordusu -şimdiye dek- denizaşırı ülkelerde
savaşları kazanmak için değil ama, asıl olarak yatıştırıcı bir polis gücü
biçiminde kullanılmıştır. Ordu, kitleleri ve etnik çatışmaları kontrol
altında tutmak amacıyla alana sürülmüştür. Ve şüphesiz bu yanlıştır.”
“Bush doktrini”ne veya Pentagon’un daha saldırgan yeni politikasına
göre, artık eski “yumuşak insancıl politikadan” vazgeçilecektir.
Aynı doktrine göre, “USA ordusunun yeni temel görevi, terörü
destekleyen devletlere sadece değeri çok yüksek bir bedel ödetmek değil,
bunları tamamen yıkmaktır!” Ve anlaşılacağı gibi bu yıkım, nükleer
silahların kullanılmaları da dahil, hertürlü ültramodern savaş aracı ile
toptan bir fiziki yoketmeyi içermektedir.
USA yönetiminin bu yeni savaş doktirini şüphesiz
eskisine göre çok daha saldırgandır ama, eski doktrinle ilgili -yukarıda
verilen- bilgilerin tümü de yalandır. USA ordusu, kullandığı zehirli
gazlara ve napalm bombalarına karşın Vietnam’da savaşı yitirmiştir. Bu
örnekler uzatılabilir. Daha dün, 1999’da, Yugoslavya’ya yönelik 78 günlük
bombardıman sırasında, bu ülkeye tüm İkinci Dünya Savaşı boyunca olan yıkıma
eşit ölçüde zarar verilmiştir ama, Rambouillet anlaşmasını imzalamayan
Yugoslavya bağımsızlığını koruyabilmiştir. Vietnam’da üç ila beş
milyon arasında insanı öldüren USA ordusu, girdiği heryerde yıkım
politikasını kitleleri yıldırmak için kullanmış ve hertürlü etnik ayrılıktan
bir çatışma unsuru olarak yararlanmaya çalışmıştır. Günümüzde değişen,
geçici rakipsizliği nedeniyle USA’nın -başta Irak olmak üzere- bazı ülkelerin
sınırlarını değiştirmeye kalkışması, nükleer silah kullanmaktan ve
toptan bir yıkımdan sözetmesidir. Yoksa USA eskiden de yıkıcıydı.
Bush yönetimi, ilanettiği askeri doktrinle uyumlu
olarak, 26 mayıs 1972’de Moskova’da R. NiXon ve L. Brejnev tarafından
imzalanan ve USA Kongresi’nde 30 eylül 1972 günü onaylanan SALT- I anlaşmasının
altından imzasını çekmeye karar vermiştir. Nükleer başlıklı füzeleri
stabilize etmeyi ve bunların birkısmının imhasını öngeren anlaşma, 1979
Reagan iktidarına dek sürecek Detant (yumuşama, birlikte varolma ve sorunları
görüşmelerle çözme) sürecini başlatmıştı. J. Carter ve L. Brejnev
tarafından 18 haziran 1979 günü Viyana’da imzalanan ve çok daha geniş
kapsamlı bir silahsızlanmayı içeren SALT- II anlaşması ise, askeri- endüstri
komplekslerin etkisindeki USA Senatosu tarafından onaylanmamıştı. Bundan
sonra hızla gelişen olaylar ve askeri- endüstri komplekslerin karşı ataklarıyla
şekillenen R. Reagan iktidarı, Detand’ın sonu olmuştu. Sonuçta, yeni USA
yönetiminin SALT- I’in altından ülkenin imzasını çekme kararı, Reagan
ve George Bush politikalarının bir devamı olmaktadır ve George W. Bush yönetimin
“yıldız şavaşları” projesini tamamlamaktadır. Böylece, birçok ülkenin
ekonomik gelişmelerini engelleyecek yeni bir silahlanma dalgası Pentagon tarafından
bilinçli olarak kışkırtılmaktadır. Örneğin, Avrupa ülkeleri ve Türkiye
sözkonusu projenin içine çekilmeye çalışılmakta ve “füzelere karşı
savunma” bahanesiyle bunlar üzerindeki USA vesayeti güçlendirilerek kalıcılaştırılmak
istenmektedir.
Marks ve Engels, ilerleyen teknolojinin savaşları
imkansız kılacağını iddia etmişlerdir ama, bu öngörünün gerçek
olabilmesi için aynı ileri teknolojinin dünya yüzeyinde yaygın olması
gerekmektedir. Halbuki günümüzde en ileri savaş teknolojisine -neredeyse-
Pentagon tekbaşına sahiptir. Pentagon, aynı konuda rakipsiz kalmak ve
potansiyel rakiplerinin yollarını kesmek için, sözkonusu üstünlüğünü yıkım
amacıyla kullanmaktadır. Zaten Pentagon Generalleri, gelecek 15- 20 yıl içinde
askeri açıdan kendilerini tamamen rakipsiz görmeleri nedeniyle yukarıda özetlenen
insanlık düşmanı alabildiğine saldırgan bir savaş doktrinini üretmektedirler.
Ve şüphesiz bu saldırganlıklarının bir diğer önemli nedeni de, gelecekle
ilgili derin politik korkularıdır.
Pentagon’un “yeni” askeri doktrinini açıklarken
kullandığı “devastation”, yıkmak, bozmak, mahvetmek sözcüğü köken
olarak “Devil”, İblis, Şeytan sözcüğü ile bağlıdır. Tüm
mitolojilerde Şeytan’a yüklenen rol yıkıcılıktır. Özellikle İslamiyetin’in
12 imam Şia’sı* koluna derin biçimde sızmış Hint- İrani mitolojilerde, eski
İran dini Zoroastrianism’de Şeytan (Ahriman), yıkımın, bozmanın ve yalanın
efendisidir. Bu nedenle -özellikle- İran’lı ulemanın USA’yı “Büyük
Şeytan” olarak adlandırması sonradan uydurulmuş bir tanım değildir.
Bu yakıştırma, Sasani döneminin Zoroastrian rahipleri kadar toplumda
etkileri ve iktidarları olan İranlı din adamlarının temel düşünce
tarzlarına tamamen uygundur.
USA’nın ilanettiği “yeni” askeri doktrinin
özü ve söylemi, sözkonusu “Büyük Şeytan” yakıştırmasını doğrular
yöndedir. Zaten şimdiye dek süregelen USA dışpolitikasının en temel
unsurlarından biri yıkım olmuştur. Pentagon, tam kontrol edemediği
alanlarda başkalarının kazançlarını engellemek için yıkıma başvurmuştur
veya yıkımı aynı alanlarda kontrol sağlayabilmek için kullanmıştır. Bu
gücün konspirasyonlarının** son mükemmel örneği 11 eylül 2001 günü
sergilenmiştir. O gün Pentagon, “müslümanlar” adına USA’ya savaş
ilanetmiştir. Nazi orduları da Polonya’ya saldırmadan önce, SS'e bağlı seçkin bir
Alman komando birliği, üzerinde Polonya ordusunun üniformaları ile sınıra 1.5 km
kadar yakın bir Alman radyoevini zaptetmişti. Hitler’in adamları sözkonusu istasyondan Polonya dili ile ve Polonya adına
Almanya’ya savaş ilan etmişlerdi. Müslümanların hedef tahtası haline getirilmelerinin ve yeni postmoder bir Haçlı seferi örgütlenmesinin temel nedeni, bu halkların zengin petrol ve doğal gaz yataklarının üzerinde yaşıyor olmaları ile ilgilidir. USA’nın dışpolitikasının belirlenmesinde başrolü oynayan -1920 doğumlu ve sözde hükümetler dışı- Counsil on Foreing Relation (CFR= Dış İlişkiler Meclisi) adlı masonik örgütlenmeyi yönlendiren asıl güç, petrol işi ile büyümüş olan ve ağırlıklı olarak petrol endüstrisine yatırım yapan Rockefeller gurubudur. Rockefeller gurubu aynızamanda Arabian- American Oil Company (ARAMCO) içinde Exxon- Mobil birliği ile gücü elinde tutmaktadır. John David Rockefeller’in de onayı ile, Yedi Kızkardeşler Kulübü olarak anılan Exxon (Avrupa’da Esso olarak bilinmekte), Shell, BP (British Petroleum), Gulf Oil, Texaco, Mobile Oil ve Socol-Chevron adlı şirketler arasında petrol endüstrisinden bankacılığa dek mükemmel bir işbirliği ağı oluşturulmuştur. (USA yönetiminim Avrupa içinde asıl destekçisinin İngiltere hükümeti olmasının ve İngiltere Başbakanı Blair’in USA Başkanı Bush ile birlikte savaş kışkırtıcılığı yapmasının temel nedeni de, sözkonusu petrol şirketlerinin birkısmının İngiliz kökenli olmalarıyla ilgilidir.) Savaş planları hazırlayan, hükümetleri değiştiren bu birlik, Hazar ve Orta Asya enerji kaynaklarını rakipsiz kullanmak istediği kadar, Irak’ın petrollerine de elkoymak istemektedir. United States Energy Information Administration’un (eia, www.eia.doe.gov) 1999 yılı sonu verilerine göre Irak, 112 milyar varil -muhtemelen bunuda aşan ve 300 milyar varile ulaşan- petrol rezervi ile dünyanın ikinci büyük petrol kaynaklarına sahiptir. Bu miktar dünyadaki bilinen tüm kaynakların yüzde 11’i veya 12’si kadardır. Yukarıda anılan şirketler Irak’ın petrolünü millileştirmiş olmasını hiçbirzaman affetmemişlerdir ve ilanedilen “Bush Doktrini”nin veya USA’nın yeni yıkım politikasının gerisinde askeri- endüstri komplekslerin denetimindeki Pentagon ile birlikte aynı şirketler durmaktadırlar. USA yönetiminin dünya hakimiyeti için “Bush Doktrini” kılıfıyla enerji kaynakları ve yolları üzerinde yaşayan müslüman halklara karşı başlattığı acımasız ırkçı ve faşist yıkım politikası, şüphesiz tüm bölge halklarına büyük zararlar verecektir ama, USA faşizminin yıkılmasını da engelleyemeyecektir. Eylül, 2002
* Şia inancının en erkeni, Sünniliğe yakın olan ve kısa bir süre Yemen’de ve Hazar’ın güneyinde hakimiyet kuran Beş İmam Şiası’dır. Beş İmam Şia’sı, Ali’nin soyundan ve izleyicilerinden Muhammed al- Bekir (ölümü 713) ile kardeşi Zayd (Zayyid, Ziyadid, ölümü 740) arasındaki iktidar kavgasından kaynaklanmıştır. Zayd yanlıları Muhammed al- Bekir’in İmamlığını tanımıyarak birlikten kopup Zayd’ı İmam ilanetmişler ve böylece inançlarını şekillendirmişlerdir. Şia’nın ikinci daha güçlü ve Sünni inançlardan tamamen farklı dalı, Fas’dan Suriye’ye dek tüm Kuzey Afrika’ya yaklaşık 300 yıl hükmeden Kahire merkezli Yedi İmam Şiası’dır. Bu inanç, adını Ali’nin eşi ve Muhammed’in kızı Fatma’dan alan Fatimi Devleti’nin (909- 1171) resmi ideolojisi olmuştur. Aynı dönemde Halifelik kurumu, Bağdat’taki Sünni Halifesi ve Kahiredeki Şia Halifesi olarak ikiye bölünmüştür (Kahire, Şia geleneğine uygun olarak Halife yerine İmam ünvanını da kullanmıştır.). Fatimiler, Suriye’ye Hükmeden Selçuklu Türk Zengiler ile Kürt Selehattin Eyyubi -ve asıl olarak Eyyubi’nin amcası Şirkuh (Arslan)- tarafından Birinci Haçlı seferleri sırasında, 1171’de yıkılmıştır. İsmailiye Şia'sı olarakta anılan Yedi İmam Şiası 1094 yılında Nizar adlı biri tarafından bölünmüştür. İsmailiye'nin aşırılığa kaçan bir kolu olan ve Nizari İsmailiyesi olarak anılan mezhep, Hazar’ın güney kıyısındaki Alamut kalesine yerleşip siyasi cinayetler işleyerek Selçuklular’ın yönetimde oldukları Sünni İslam dünyasında politik destabilizasyon (dengesizlik, kaos) yaratan Hasan Sabah tarafından temsiledilmiştir. Hasan Sabah’ın “Haşhaşcılar” olarakta anılan örgütlenmesinin Haçlı güçleriyle de ilişki içinde olduğu bilinmektedir. Asıl büyük ve yaygın olan, Sünnilikten tamamen ayrı bir din özellikleri taşıyan 12 İmam Şiası’nın teolojisi 500 yılda geliştirilmiştir. Bu 500 yıl içinde eski İran dini düalist Zoroastrianizm’in inançları İslam’ın içine yerleştirilmiştir. Birçok ünlü teoloğa sahibolan 12 imam şiasının en ünlü teologlarının başında, 1191 yılında, 36 yaşında Suriye’de idam edilen iranlı Suhrawardi gelmektedir. Şahabeddin Yahya ibn- Habaş ibn- Amirak as- Suhrawardi, geç yaşına karşın çok ürün vermiş enerjik ve yetenekli bir düşünürdür ve İslam’ın içine Aristotales felsefesini ve eski İran dini Zoroastrianizm’i ustaca taşımıştır. İranlılar kendi kimliklerini bu inançla korumuşlardır. Şüphesiz aynı inanca bağlanan başka halklar ve hatta uzun yüzyılar Safavi hanedanı ile İran’a hükmeden Türk aşiretleri vardır. Diğer tüm Sufi ve Alevi inançlar Şia ile akrabadırlar. Sayıları 1.2- 1.5 milyar olarak tahmin edilen toplam Müslüman nüfusunun yüzde 10- 15 kadarı Şia inancındadır. -Y. Küpeli **Konspirasyon (conspiracy), -ingilizceden ingilizceye sözlük karşılığı- “yasadışı bir işi gerçekleştirmeye yönelik gizli plan” olmakla birlikte, yasa ve toplumsal moral dışı bir işi gerçekleştirmeye yönelik örgütlenme ve plan demek daha doğru olur gibime geliyor. Türkçe edebiyatta bu kelimenin karşılığı olarak zaman zaman “komplo” sözcüğü kullanılmaktadır ama, bu iki sözcüğün tam anlamıyla örtüştükleri kanısında değilim.-Y. Küpeli
|