Hüsnü Mahalli,
Papa ve Lübnan
19 Eylül 2006 Salı
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=53332,10,110
Alman vatandaşı Papa, Sevgili Peygamberimize yönelik söylemlerini
Almanya'da dillendirirken Alman Başbakan Merkel bakın ne diyordu:
''Alman askerleri, İsrail devletini koruma misyonunu üstlenerek tarihsel
bir görev yapmaktadır. Bu bizim için bir övünç kaynağıdır...'
İtalyan Başbakanı Prodi de 'Uluslararası gücün görevi İsrail'i
korumaktır' demişti.
Bush ise 11 Eylül sonrasında İslam alemine yönelik bildik Haçlı
Savaşı'nı başlatmış sonra da hızını alamayarak Müslümanları faşistlikle
suçlamıştı .
İngiliz Başbakanı Blair ve İtalyan meslektaşı Berlusconi'nin de İslam'ı
ve Müslümanları hedef alan demeçleri olmuştu.
Sonra da Afganistan ve Irak işgal edildi, Filistin'de ise 39 yıldır
devam eden katliamlar hızlandırıldı ve Lübnan'a yönelik saldırı
gerçekleşti.
Bu arada Abu Greib işkenceleri yapılarak bizlere gösterildi. Felluce'de
bombaladıkları camilere giren Amerikalı askerler oradaki yaralıları
kurşuna dizdi.
Müslümanlar ciddi anlamda tepki göstermeyince bu kez Sevgili
Peygamberimize yönelik o bildik 'karikatürler' yayınlandı.
Oysa karikatür denilen şey insanları eğlendirmek ve düşündürmek içindir!
Dönelim Papa'ya...
Önce şu gerçeği vurgulayalım:
Bazılarının farklı yorumlamasına rağmen Papa bilerek, sonuçlarını
düşünüp hesaplayarak bilinçli olarak konuşmuştur.
Bu Papa'dır ki daha seçilmeden önce bile Türkiye'yi ve genel olarak
İslamı hedef almış ve seçildikten hemen sonra Vatikan'daki Dinlerarası
Diyalog Komitesi'ni ortadan kaldırmıştır.
Aynı Papa hazretleri, ülkesi Almanya'ya yaptığı ilk ziyarette tarihte
ilk kez bir Yahudi Sinagogu'nu ziyaret eder ve 60 kadar Haham ile
yaptığı gizli bir toplantıda İslam'a karşı birlikte nelerin yapılacağını
konuşmuştu.
Boşuna uğraşmayın; Papa Müslümanlar'dan asla özür dilemeyecektir.
Hatta daha da iddialı söylüyorum:
Bu Papa ve yandaşı tüm Haçlılar daha da fazlasını yapacaklardır.
Dinler, kültürler ve uygarlıklar arası diyalog peşinde olanlar da
yakında nasıl bir monologla karşı karşıya kalacaklarını görecekler.
Biz ne yapsak nafile.
Başbakan Erdoğan ile Medeniyetlerarası İttifakı başlatan İspanyol
Başbakan Zapatero yüzbinlerce Endülüs Müslümanı'nı toplu bir şekilde
yakan Haçlıların torunudur!
Onlar yine bildiklerini okuyacaklar ve yapacaklar.
Lübnan bunun en somut alanı.
İsrail güvenliğini düşünerek Lübnan'a uluslararsı güç gönderen Batı her
gün 20 insanın öldürüldüğü Filistin'e acaba neden benzer bir güç
göndermiyor?
Darfur'u gerekçe göstererek Sudan'a uluslararası güç gönderme kararı
alan aynı Batı yıllardır Rus katliamları ile karşı karşıya bırakılan
Çeçenistan'ı her nedense görmezlikten geliyor?
Ya da 14 yıldır işgal altında bulunan Karabağ ve çevresindeki Azerbaycan
topraklarından Ermeni askerlerinin çıkarılması için Batı acaba hiç güç
kullanmayı düşündü mü?
Elbette örnekleri çoğaltabiliriz.
Sonuç değişmez.
Katliam onlar için genetik bir alışkanlık.
Haçlı Seferleri'nde milyonlarca Müslüman'ı akıl almaz bir şekilde
katledenler Latin Amerika'yı top ve tüfekli katliamlarla Hıristiyan
yapanlardır. Öncesinde ve sonrasında da benzer şekilde milyonlarca
Afrikalı'yı önce köle sonra da Hıristiyan yapanlar emperyalizm ve
sömürgecilik dönemlerinde bizim coğrafyamıza yönelik akıl almaz oyunlar
oynamışlardır.
Haçlı ülke ve güçlerin komplo ve saldırganlığı ile yeniden karşı
karşıyayız.
Elbette kimse 'Haydi gidip Hıristiyanlara ve Yahudilere karşı cihad ilan
edelim' demiyor.
Barış anlamına gelen 'İslam'a gerçekten inananların yolu bu değil.
Hepimize düşen görev öncelikle karşı tarafın her türlü pis oyununu
görmek ve ona göre kısa, orta ve uzun vaadede önlerm almaktır.
Ama öncelikli koşul; karşı tarafa asla ve hiçbir şekilde güvenmemektir.
Gün gelecek ABD, İsrail ve işbirlikçisi Batılılara güvenenler
çırılçıplak ortada kalacaklardır.
Çünkü ABD, İsrail ve Haçlı mantıklı Avrupalılar hiçbir şekilde Müslüman
yandaşlarının durumunu düşünmez ve onlardan kolayca vazgeçerler.
Böyle bir duruma düşmek istemeyenler yol yakın iken dönsünler yoksa
gerçekten perişan olacaklar.
O zaman da ne Bush, Blair, Chirac, Şaron ve benzerlerinin parası ve pulu
işe yarayacak ne de Papa'nın kutsaması onları dünya ve ahiret
ceheneminden kurtarmayacaktır! |

Papa'nın sözleri tesadüf
değildi
Papa konumundaki bir kişinin karikatür krizinin üzerinden sadece birkaç
ay geçmişken ve ABD 'İslami faşizm'den dem vurarak bir savaş yürütürken
İslam'ı şiddetle bağdaştırması tesadüf değil. Ortadoğu'yu hedef alan
emperyalist düşünce kalıbını hatırlatan Papa özür dilemeli
20/09/2006
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=199120
ABDULBARİ ATWAN
30 yılı aşkın süredir Batı'da yaşayan bizler, mevkisi ne kadar yüksek
olursa olsun bir kimsenin başka birine karşı yanlış yaptığında özür
dilemesinin Batı kültürünün değişmezlerinden olmasına alıştık. Fakat bu
yüce ahlâki değer, kurban Arap veya Müslüman olduğunda çoğunlukla geri
plana itiliyor.
Batı'daki en yüksek dini ve ahlâki merciyi temsil eden Papa 16.
Benediktus, kindar ve faşist bir Bizans imparatorunun Hz. Muhammed'i
karalayan ifadelerinden alıntı yaparak ve terörle İslam'ı açıkça
birbirine bağlayarak, 30 milyonu Avrupa'da yaşayan ve dünyada 1.5 milyar
inananı bulunan bir inanca karşı büyük hata işledi. Papa'nın hiçbir
şüpheye veya belirsizliğe mahal bırakmaksızın, bu karalamasından dolayı
açıkça özür dilemesi öngörülüyordu. Fakat bunu yapmadı ve 'zihinlerin
yatışması' umuduyla üzüntüsünü dile getirmekle yetindi.
Diyaloğa önem vermiyor
Önceki Papa ise Yahudilerden açıkça özür dilemişti; kendisinden önceki
Papaların çoğu çıkar elde etmek için dinler arasında birlikte yaşamı
engelleyen hususları onarmayı göz ardı ederek bu konuya yaklaşmaktan
bile sakınmıştı. Görünen o ki, yeni Papa özellikle de Müslümanlarla
birlikte yaşamayı istemiyor, dinler ve müntesipleri arasındaki diyaloğa
önem vermiyor.
Papa'nın sözlerinin 'dil sürçmesi' veya 'art niyet' içermeyen bir
dalgınlık olması mümkün değil. Zira Papa ne dediğini bilmeyen sıradan
bir insan değil; bir teoloji hocası, saygın bir uluslararası
üniversitede konferans veriyor ve sözlerinin önemini, özellikle de yüz
milyonlarca Müslüman'ı açıkça ve doğrudan karaladığını çok iyi biliyor.
Papa'nın Hz. Muhammed'i karalayan ve İslam'ı terör ve şiddetle
bağdaştırmayı hedefleyen karikatürler sebebiyle İslam dünyasını saran,
onlarca kişinin ölümüne ve yaralanmasına yol açan öfke halini izlemiş
olması gerekir. Bu durum da, karikatür felaketinin üzerinden sadece
birkaç ay geçtiği bir zamanda bu türden açıklamaların 'kasıtlı' olduğunu
doğruluyor.
Papa'nın yaptığı, medya kampanyalarına ve askeri savaşlara denk bir 'fikri
Haçlılık' ve tek bir hedef güdüyor: İslam ve Müslümanların 'küçük
görülmesi', ortada hiçbir kabul edilir sebep bulunmaksızın, başka
dinlerin mensuplarının değil de sadece Müslümanların mümkün olduğunca
alçaltılması.
Titizlikle hazırlanmış kampanyalar 19. yüzyılda parlayan ve nihayetinde
Müslüman Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasına, Arap ve İslam dünyasının
bölünmesine, Müslümanların modernleşme ve çağdaşlaşma adı altında Batı
işgaline boyun eğdirilmelerine yol açan emperyalist düşünce kalıbını
tekrar gündeme getiriyor.
Papa'nın bu tutumunun, Irak'taki ABD işgalinin sonuçlarının ülkenin
coğrafi ve demografik düzlemlerde parçalanması ve ölümlerle devam ettiği
bir zamanda baş göstermesi tesadüf değil. NATO'nun Afganistan'daki
güçlerini artırdığı, ABD Başkanı George W. Bush'un 'İslam faşizmi'nden
dem vurduğu ve Müslüman İran'a karşı nükleer programını gerekçe
göstererek yeni bir savaştan söz ettiği bir zamanda gelmesi de tesadüf
değil. Karalamaları bu çerçevede gelmiyorsa, yanlış anlaşıldıysa ve
sözleri tüm metinden cımbızla alındıysa, Papa neden açıkça özür
dileyerek sözlerini Müslümanlarla Batı arasında düşmanlık oluşturmak
için kullanmak isteyenlerin önünü kesmiyor?
İslam âlemini birleştirdiler
Bu kampanyaların arkasında duranların anlamadığı husus, ılımlı İslam'ı
destekleyerek savaştıklarını öne sürdükleri köktenciliğe hizmet
ettikleri. Böylece, dünyayı Müslümanlar ve Batılı Hıristiyanlar arasında
iki kampa bölmek ve bir çatışmanın fitilini ateşlemek için çalışan Kaide
liderinin kuramını doğruluyorlar. Daha da önemlisi, kasıtsız biçimde tüm
İslam dünyasını birleştiriyor ve insanları köktenci eğilimlere itiyorlar.
Oysa birçok ılımlı ve radikal İslami hareket bu misyonu
gerçekleştirmekte aciz kalmıştı.
Yeni muhafazakârların Washington'da iktidara gelip dünyanın en büyük
imparatorluğunun askeri ve ekonomik araçlarını İslam dünyasında
hegemonya kurmak ve çıkarları doğrultusunda karmaşa yaymak için işleve
koymasından önce, İslam ümmeti paramparçaydı. Çoğu Müslüman ilerleme,
adalet ve eşitlik aracı olarak gördükleri Batı modelini istiyordu. Ürdün,
Mısır, Lübnan ve Türkiye gibi ülkelerden ümmetten tamamen sıyrılmak
isteyen eğilimler çıkmaya başlamıştı. Şu an bu söylemler geriliyor; 'nefret
edilen' İslam ümmetini, 'birlik hali'nin, 'Amerikan nefreti'nin ve hedef
alınan inancı savunma zorunluluğunun birleştirdiğini görüyoruz.
Bu yeni eğilimler, İsrail'in Lübnan'a son saldırıları karşısındaki
direnişi sonrası Şii Hizbullah'a, Batı'yla mücadelesinde İran'a ve az da
olsa Afganistan'da saflarını birleştiren Taliban'a yönelik ezici Sünni
desteğinde görülüyor.
İslam, semavi ve semavi olmayan dinlerin çoğundan şu önemli noktada
farklıdır: İslam inancı ve ümmet kavramı vatandaşlık ve uyruk
kavramlarından önce gelir. Yani, bir Müslüman önce Müslümandır sonra
Pakistanlı, Hintli, Mısırlı veya Britanyalıdır. Bu anlayış solculuk veya
komünizm döneminde laikliğin yayılması gibi birçok sebepten ötürü
gerileyince, Batı'da İslam'ı hedef alan kampanyalar patlak vermeye
başladı.
Arap hükümetleri baş sorumlu
Nablus'ta kiliselere saldırılması veya Somali'de bir rahibenin
öldürülmesi gibi Papa'nın bu karalamalarına tepki olarak Hıristiyanlara
yönelik yapılan eylemleri en sert ifadelerle kınamak boynumuzun borcu.
Çünkü İslam, hoşgörü, birlikte yaşama ve başkasının inancına saygı dini.
Bu yüzden efendimiz ikinci halife Ömer Bin Hattap kendisinden
sonrakilere örnek olmasın diye Kudüs'te Kıyamet Kilisesi'nde namaz
kılmayı reddetmişti.
Öfkenin ifadesi, inancın savunması, karalamalara ve karalayıcılara karşı
konulması meşrudur ve bunların öldürme, yakma ve sorumsuz infialden uzak
durarak uygarca yapılması gerekir.
İslam ve Arap dünyasındaki diktatör entrikacı hükümetler, İslam'a
yönelik bu dil uzatmalarda en büyük günahı taşıyor. Çünkü bu hükümetler
ABD'ye ve onun halihazırdaki faşist yönetimine itaat ediyor. Ülkelerini
ve halklarını, Papa'dan kinci ve cahil Danimarkalı karikatüriste,
İslam'a ve Müslümanlara yönelik düşmanlığı ve faşizmiyle ABD'nin
hastalıklı başkanına kadar küçük büyük herkesin dil uzattığı 'yolgeçen
hanı'na çevirdiler. (Londra'da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi,
genel yayın yönetmeni, 18 Eylül 2006)
|
İbrahim Karagül
ikaragul@yenisafak.com.tr
Daha ne söyleyecekti!
20 Eylül 2006 Çarşamba
http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/?t=20.09.2006&y=IbrahimKaragul
Katolik dünyasının dini lideri Papa 16.
Benediktus'un; Bizans imparatoru Manual II Paleologos'tan yaptığı, Hz.
Muhammed'in gayri insani ve şeytanca olanın dışında yeni bir şey
getirmediğine yönelik alıntı, medeniyetler çatışması tezini
doğrularcasına devam eden krizler zincirine yeni bir halka ekledi. Daha
önce Hristiyan Birliği çağrıları yapan, Müslüman bir ülke olduğu için
Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan ve bunu bir medeniyet sorunu olarak
yansıtan, Batı'nın İslam coğrafyasını, Müslümanları ve doğrudan İslam'ı
hedef alan saldırgan tutumuna destek veren Papa, hemen bütün
açıklamalarında Haçlı zihniyetini yeniden ortaya koyan sözler sarfetti.
Adeta Batı'yı, İslam tehlikesine karşı yeniden uyanışa geçirme gibi
tarihsel bir misyon üslendi. Her ne kadar Katolik dünyasının lideri olsa
da, Protestanların dünyayı İslam'a karşı seferberliğe çağıran, açık
savaş olarak yeryüzünün bir çok bölgesinde yaşadığımız yeni istila
dalgasına paralel bir dini söylemi tercih etti.
Bu yönüyle, neoconlara yakın Protestan papazlardan hiç de farklı olmayan
bir dil kullandı, kullanıyor.
Şimdi biz, özellikle 11 Eylül'den sonra dünyanın başına bela olan bu
tehlikeli ve ırkçı yangını Haçlı savaşı olarak nitelesek, öncelikle
kendi kamuoyumuzdan, çevremizden ciddi tepki alırız ve medeniyetler
çatışması istemekle suçlanırız. Ancak hem medeniyetler çatışmasına hem
de İslam içi çatışmaya yatırım yapanların söylemini, eylemlerini,
uyguladıkları stratejiyi, insanlığı sürükledikleri geleceği, yol
açtıkları kaosu ve çatışmaların şeklini birlikte değerlendiren herkes,
aslında bu tanımlamanın bizzat onlar tarafından benimsendiğini, sanki
yüzyıllar öncesine dönüş yaşandığını, terör tehdidi gibi söylemlerle
doğrudan Müslümanlar, İslam ve Kur'an'ı hedef aldıklarını, yeryüzünü
İslam tehdidi'nden kurtarma gibi ilahi bir misyona omuz verdiklerini,
Ortadoğu'ya yeniden bu amaçla yoğunlaştıklarını göreceklerdir.
Medeniyetler çatışmasına karşı söylemi geliştirenlerle bu çatışmayı
körükleyenlerin aynı güçler olduğunu, Anglo-Amerikan ve Protestan
dünyanın başını çektiği topyekun savaş kampanyasında Katolik
liderlerin hiç de geri kalmadıklarını görmek gerekiyor.
Türkiye'nin, özellikle de Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun
yerinde ve zamanında tepkisi, bir çokları tarafından bize mi düştü,
laik Türkiye'ye mi düştü şeklinde sığ eleştirilere muhatap olsa da,
ağır tarihsel sorumluluğu içermesi bakımından, son derece önemliydi.
Haçlı müdahalelerini göğüsleme tecrübesine, yüzyıllara dayanan
Avrupa-İslam ilişkilerini belirleme mirasına sahip bir ülkenin bu
şekilde tepkisi gerekliydi. Siyasi ve dini meşruiyet krizi yaşayan İslam
dünyasında, asıl sorunun temsil krizi olduğunu artık herkes biliyor.
Batının toptancı müdahalelerine karşı, bu toprakların sahipsiz, parçalı
ve gelişigüzel reaksiyonlarla kendini ifade etme zorunda bırakılması,
çok daha üzücü sonuçlar doğuracaktır.
Danimarka'da yayınlanan ve İslam dünyasını ayağa kaldıran karikatür
rezaletinin Avrupa basını tarafından nasıl sahiplenildiğini, nasıl
dayanışma çağrıları yapıldığını, hakareti yapanların kendilerini değil
de hakarete uğrayanları nasıl yerden yere vurulduğunu hatırlayalım. Bu
bağ, ABD'nin İslam coğrafyasında yaptıkları, Papa'nın sözleri ile
birlikte ele alınmalı. Batı'nın kaosa sürüklenen Müslüman topluluklara
karşı toptan yok edici bir müdahaleler zincirini nasıl beslediğini o
zaman görürüz.
Papa seçimleri yapılırken 9 Nisan 2005'te Soğuk Savaş'ın Papası öldü:
Vatikan'a da bir Şahin lazım! başlığı altında yazdıklarıma atıfta
bulunmaktan geçemeyeceğim:
Papa 2. Jean Paul, uygarlıklar arasında gerilimin tırmandırıldığı,
medeniyetler çatışması tezinin adım adım gerçeğe dönüştürüldüğü,
dinlerin siyasi alanda yeniden belirleyici olmaya başladığı, 21. yüzyıl
inşasına dönük planların kaba güce ve güvenlik doktrinlerine göre
yapıldığı bir dönemde öldü.
Soğuk Savaş'ın Papasının, tam da, insanlık tarihinde derin
kırılmaların yaşandığı bir dönemde ölmesi, yeni seçilecek Papa'nın
kimliğini çok daha önemli hale getiriyor. Soğu Savaş döneminde ABD ile
birlikte Sovyetler'e karşı büyük bir savaşın içinde yer alan Papa, 65
milyon Katolik barındıran ABD'nin Başkanı George Bush tarafından Barış
adamı ilan edildi. Ama yine Batı medyasında Papa'nın ABD destekli
Pinochet'ye omuz vermesi, eşiyle birlikte onu örnek Hristiyan ilan
etmesi, CIA'ya bağlı terörist örgütlerin Nikaragua, El Salvador ve
Guatemala'da binlerce Katolik din adamını öldürmesine karşı sesini
çıkarmaması, Arjantin'deki faşist rejimin katil ve işkencecileri için af
istemesi gibi eleştiriler yer aldı. Sovyetler'in çöküşünden bu yana,
Batı'nın İslam dünyasına karşı başlattığı medeniyetler çatışması eksenli
müdahale stratejisine karşı Vatikan'ın ya da Papa'nın direncini görmedik.
Bu cinnet döneminde Papa ve Vatikan hiçbir şey yapmadı. Yapmamakla
kalmadı, bu ortamdan mümkün olduğunca yararlanma yoluna gitti.
Soğuk Savaş döneminin Papası gitti. Sıcak Savaş ya da Dördüncü
Dünya Savaşı olarak tanımlanan bu dönemde yeni Papa'nın, yeni Haçlı
rüzgarına yelken mi açacağını yoksa ABD'de yükselen ve yakın zamanda
Avrupa'yı da etkisi altına alması beklenen faşizm dalgasına direnmeyi mi
tercih edeceğini göreceğiz. Ancak, 21. yüzyılın siyasi geleceğinde derin
izler bırakacak bu seçime İslam'la ilişkiler damgasını vuracak. Yani
Papalık seçimi, aynı zamanda İslam'la ilişkilerin belirlendiği bir seçim
olacak. (
) Vatikan'a bir Şahin seçilirse, asıl kaos, asıl
medeniyetler çatışması o zaman ortaya çıkacak.
Dolayısıyla özürleri çok da ciddiye almayın bence... |